Hayvan Özgürlüğüne Giriş: Veganizm

Processed with VSCO with a6 preset
  28 Mart 2019, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Hayvan Özgürlüğüne Giriş: Veganizm üst başlıklı bir etkinlik yapıldı. Biz de HAYDİ (Hayvanlarla Dayanışma İnisiyatifi) olarak etkinlikte konuşmacı sıfatıyla yer aldık.
  Öncelikle size biraz Haydi’den ve sonrasında bu etkinlikten bahsetmek istiyoruz: Haydi geçtiğimiz yıl eylül ayında özellikle üniversitelerde hayvan sömürüsünü gündeme getirmek ve hayvan özgürlüğü mücadelesini öğrenciler arasında yaygınlaştırmak gibi temel amaçlarla benim de içinde bulunduğum üniversite öğrencileri tarafından kuruldu. Halen yürütücülüğünü üniversiteli öğrenciler yapmakta. Biz, hayvanların her gün her an fabrikalarda, mezbahalarda, çiftliklerde, bedenlerinin sömürülmesine; hem öldürülmelerine hem de suni dölleme ile yeniden yaratılmalarına; sokaklarda sonu gelmez acılara maruz kalmalarına karşı çıktığımız için bir araya geldik. Bu birliktelikte hayvanların bu durumu ile ve belki de kurtuluş tahayyülü ile ilgili okumalar, tartışmalar yapıyoruz, filmler izliyoruz. Tabii fırsat olduğunda ise bu tarz konferanslarda/etkinliklerde yer bulduğumuz ölçüde insanlara bu düşüncelerimizi anlatmaya çalışıyoruz.
  Etkinlik süreci ise YTÜ hayvan hakları kulübünden Haydi’li bir arkadaşın talebiyle ve sorumluluk almasıyla gelişti.  Bize bu düşüncesini açtığında hiç düşünmeden kabul ettik. Çünkü zaten çok az yerde sesimizi duyurabiliyoruz ve hayvanların bu şekilde yaşamasına karşı çıkan neredeyse bir avuç insanız. Bu yüzden bu uğurda bütün imkanları değerlendirmeye çalışıyoruz.
Processed with VSCO with a6 preset
  Etkinlik günü gelene kadar imzacı kulüpler bulup okullarda çalışmasını yaptık. Bu kulüplerden bir tanesi de İÜ Hayvan Hakları Kulübü oldu. İzinlerimiz alıp afişlerimizi astık, insanları etkinliğe çağırdık.
 Etkinlik günü geldi çattı. Bizim dışımızdaki konuşmacılar Suat Erus ve Oğuzcan Kınıkoğlu idi. Suat Erus şu anda Koç Üniversitesi Hastanesi’nde Göğüs Cerrahisi Uzmanı olarak çalışmakta. “Vegan Sağlık Profesyonelleri” Youtube hesabından ve kendi web sitesinden veganlığın sağlık boyutuyla ilgili merak edilenleri, doğru bilinen yanlışları, sık duyulan karşı argümanları ve beslenme ile ilgili hayati önem taşıyan konuları inceliyor, anlatmaya çalışıyor. Suat hocanın üretkenliği ve sunum konusundaki yaratıcılığı gerçekten etkileyici. Veganlıkla ilgisi olsun olmasın herkesin mutlaka dinlemesi/izlemesi gereken bir insan. Suat hoca Hayvan Özgürlüğüne Giriş: Veganizm etkinliğinde ise bizlere; hayvansal beslenmenin zararları, bitkisel beslenmenin faydaları, uzun ve sağlıklı yaşamın sırları, insanın etçil mi otçul mu olduğu, paketli gıdalar, trans yağlar gibi birçok konudan bahsetti. İnsanın ne etçil, ne otçul, ne de hepçil olduğunu söyleyerek hepimizi şaşırttı. Bunların her biri için bir karşı argüman olduğunu, insanın bunlarla nitelendirmenin sınırlama olduğunu söyledi. Sonrasında hayvansal beslenmenin dünya çapında en sık rastlanan ölüm sebeplerine yol açtığından bahsetti. Bir sağlık uzmanı olarak Hipokrat yemini gereğince insanları sağlıklı olana yöneltmek için elinden geleni yapıyor Suat Erus. Sadece sağlıklı olduğu için değil etik ve politik açıdan da doğru olanı yapıyor elbette. Buradan da onu aramızda gördüğümüz için tekrar teşekkür etmiş olalım.
  Oğuzcan Kınıkoğlu da bir dahiliye uzmanı. O da kendini bir vegan aktivist olarak tanımlıyor. Oğuzcan hoca da sosyal medya hesaplarında ve yesilgazete, gaia gibi çeşitli web sitelerinde yazıyor çiziyor. Çalışmalarının ağırlığını hayvan deneylerine ayırıyor. O da veganlığın sağlık ve etik boyutuyla ilgileniyor. Etkinlikteki sunumunda ise bize üniversitedeki yıllarından, orada gördüğü pratik derslerindeki hayvan deneylerinden bahsetti ilk önce. Sonrasında tıp dünyasında yapılan hayvan deneylerinin; makale yazmış olmak, kariyer kazanmak için yapıldığından bahsetti. Yapılan deneylerin çoğunun zaten bilinen şeyler olduğunu, defalarca tekrarlanan gereksiz acılar doğuran uygulamalar olduğunu söyledi. Ayrıca hayvanlar üzerinde deneyler yapılıp, herhangi bir sorun bulunamayan bazı ilaçların insanlara verildikten sonra büyük facialara yol açtığını da söyledi. Hayvanlarla fizyolojimiz, DNA’mız ne kadar benzese de aynı tür olmadığımızdan kaynaklanan farklılıklarımız onlar üzerinde deney yapmayı yanıltıcı kıldığını ekledi.
Processed with VSCO with a6 preset
  Bütün bunların yanında bir insan olarak Oğuzcan hocanın çok içten samimi olduğu ise ilk bakışta anlaşılıyor. Zaten etkinliğe taa Artvin’deki zorunlu görevinden izin alarak gelmiş olması ve onunla aynı etkinliği paylaşıyor olmak da bizim için sevindiriciydi.
 Son konuşmacı olarak HAYDİ adına bir arkadaşımız mikrofon başındaydı. HAYDİ etik bakış açısıyla orada yer alıyordu. Sunumda ise insan-merkezcilik/türcülük, kayıp gönderge kavramları konuşuldu. İnsan-merkezcilik dünyayı algılama biçimi olarak insanı merkeze koyan, diğer her şeyin insan için yaratıldığını savunan bir düşünce biçimi. İnsanlığın ilerleme, hayatta kalma başarısı diye adlandırdıkları şeylerin ya da gelişen teknolojinin, kolaylaşan hayatlarımızın ne pahasına yapıldığını sorgulamamız gerektiği anlatıldı. Ardından kayıp gönderge kavramı incelendi. Carol Adams tarafından ortaya atılan bu kavramın günlük yaşantımızda hayvan sömürüsünü nasıl görünmez kıldığı konuşuldu. Son kısımda ise hayvan özgürlüğü mücadelesinin diğer eşitsizlik biçimleriyle nasıl ilişkilendiği, diğer sömürü alanlarıyla nasıl benzerlikleri ve bağlantıları olduğu vurgulandı.
  Teorik olarak kendimizi/zihnimizi doyurduktan sonra  pratik olarak midemizi doyurma zamanı geldi. Etkinliğe sponsor olan vegan kafelerin ve markaların gönderdiği yiyecek/içecekler her şeyin sömürüsüz bir şekilde elde edilebileceğini, her şeyin bir vegan alternatifi olabileceğini kanıtlar nitelikteydi ve çok lezzetliydiler. Çaylarımızı içtik, güzel arkadaşlıklar kurduk, güzel sohbetler ettikten sonra memur abilerin ısrarı üzerine dağıldık maalesef (saat çok geç olmuştu).
  Her şeyiyle doyurucu olan bu etkinlik bize de çok şey kattı. Salonun doluluğu, kulüpteki arkadaşların misafirperverliği, gelen soruların samimiyeti bizi mutlu edene şeylerden birkaçı sadece.
  Son olarak ekolojiye, hayvanlar, bitkilere karşı bir sorumluluk olarak ve bunun hayatınızda verebileceğiniz en iyi karar olacağını iddia ederek sizi ve herkesi vegan olmaya davet ediyorum. Vegan olmak insanın adalet ve empati duygularını geliştirir, barışçıldır, özgürleştirir ve hazımsızlığa iyi gelir. İyi günler 🙂
                                                                                                                    Ebubekir Gönan
Dr. Suat Erus’un kanalı:

Bir Yıl İçerisinde Minimalizmi Kullanmak Beni Nereye Taşıdı?

 

photo-2019-01-20-23-05-51

 2017’nin sonlarına doğru, hayatım tam anlamıyla çıkmaza girmişti. İki yıldır süregelen kabus problemi, uykusuzluk ve depresyon tüm şiddetiyle hayatımdaydı. 58 kiloya kadar düşmüştüm ve hiçbir zaman iştahım olmazdı. Bir arkadaş çevrem yoktu. İlgimi çeken yeni bir şey olmadığı gibi, sahip olduğum şeyler de beni artık heyecanlandırmıyordu. En yakın arkadaşımla bağlarım kopalı bir yıl olmuş, dört yıldır süregelen ilişkim ise gün geçtikçe parçalanır haldeydi. Nitekim, 2018 yılının başında bu ilişkim de son buldu. 

Bu noktada, hayatımda kontrolü ele almam gerektiğini kabullenmek zorundaydım. Değişimin sürekli bir halde olduğunun farkındaydım, farkında olmam gereken asıl şey ise değişimi ne kadar olması gerektiği tarafa yönlendirebileceğimizdi. 

İşte bu noktada, yıllardır kulağımın aşina olduğu fakat hiçbir zaman doğru tanımını öğrenemediğim, bana değişimi olması gereken yöne nasıl yönlendirebileceğimi öğretecek minimalizmle, bir belgesel aracılığıyla tanıştım. 

Peki nedir bu minimalizm ve benim için ne anlam ifade ediyor? 

Öncelikle, minimalist yaşam tarzı oldukça esnek ve öznel bir yaşam tarzı olmakla beraber, bir o kadar da sabit bir temele sahip. Özetleyecek olursam minimalizm: 

Fazlalık her şeyden kurtulup, hayatımızda esas önemli olanlara (sağlık, ilişkiler, tutkular, kişisel gelişim ve kendimizden de ötesine yarar sağlamak gibi) yer açabilmemiz adına kullanabileceğimiz bir araçtır. Daha fazlasına yer açabilmek için, daha aza sahip olma durumudur: Daha fazla zaman, daha fazla tutku, daha fazla deneyim, daha fazla gelişim, daha fazla faydalı biri olmak ve daha fazla memnuniyet. Daha fazla özgürlük. İşte bu daha fazlasına yer açabilmek için gereken şey ise hayattan gereksiz, dağınıklık yaratan ve fazlalık olan her şeyi çıkarmaktır. Sadeleşmektir. 

Peki bu sadeleşmenin arkasında yatan anlam tam olarak nedir? Bu sadeleşme nasıl gerçekleşir?  

Minimalizm, sorgulama başlangıcı olarak maddiyatı uygun görür. Bu sorgulama eşyalarla başlar, insanlarla devam eder ve gitgide soyut ve içsel bir hal alır. “Nelere sahibim?”, “Sahip olduklarım ne kadar favorim?”, “Sahip olduklarımı esasında ne kadar kullanıyorum?”, “Sahip olduklarım hayatıma ne kadar anlam katıyor?” gibi sorular bu sorgulamanın temel sorularıdır. Burada bir parantez açıp, durumu daha iyi izah edebilmem adına şu küçük egzersizi yapmanızı tavsiye ediyorum: 

 Bir dakikanızı ayırın ve son on yılda edindiğiniz en pahalı on maddi mal varlığı listenizi hazırlayın. Arabanız, eviniz, mücevherleriniz, mobilyalarınız ve diğer maddi mal varlıklarınız gibi elde ettiğiniz ve sahip olduğunuz şeylerin listesi. Bu listenin yanına, bir adet daha liste yapın: hayatınıza en çok anlam yükleyen on şey. Bu liste, sevdiğiniz biriyle günbatımını yakalamak, çocuğunuzun top oynamasını izlemek, ebeveynlerinizle bir akşam yemeği yemek gibi tecrübeleri içerebilir.  

Bu listeleri hazırlarken kendinize karşı dürüst olun: Muhtemelen iki listenin de paylaştığı tek bir ortak nokta dahi olmayacak. Ve sahip olduklarınızın çoğunun fazlalık olduğunu, mutluluğun eşyalarda olmadığını, esas olanın bize dayatılan “ne kadar fazla ve lüks mala sahip olursam, o kadar iyi hissederim!” değil, “sahip olduğum her şey favori şeyim olursa iyi hissederim!” olduğunu ufaktan sezebileceksiniz.

Pekala, bu sahip olduğunuz fazlalıkların bir işlevi olduğuna göre, eminiz ki bir yerlerde o şeye ihtiyacı olan yahut ihtiyacı olmasa dahi o şeyi işlevine uygun kullanacak, o şeyin hayatlarına anlam katmasını sağlayacak insanlar vardır değil mi?

İşte tam da bu noktada: Bırakıverin. Bağış yapın. Satın. Tüm o eşyaları işlevine uygun kullanacak insanlara ulaştırın gitsin. Böylece geri kalan ve sahip olduğunuz her şey sizin favoriniz ve işleviyle hayatınıza anlam, keyif ve mutluluk getiren şeyler olsun. Esas mühim olana daha fazla yer açmak için, daha az ve öze sahip olun. Sadeleşin. 

 

                           “Sahip oldukların sonunda sana sahip oluyor.”  

                                                                                    – Chuck Palahniuk 

Burada şunu belirtmem gerek ki, minimalizmin hedeflediği asla “üç tişört, iki pantolon” gibi bir yaşam tarzı değil. Başında da söylediğim gibi minimalizm, esnek ve subjektif bir yaşam tarzı. Burada mühim olan, neye sahip olursak olalım sahip olduğumuz o şeyin hayatımızda bir işleve sahip olması, bize keyif vermesi, değer ve anlam katması durumu. Elbette bu doğrultuda üç tişörte ve iki pantolona sahip olmayı tercih edebileceğiniz gibi lüks ve gösterişli şeylere de sahip olmayı tercih edebilirsiniz, hayatınıza anlam katacaksa eğer. Lüks diye Rolex marka bir saate sahip olamazsınız gibi bir durumdan bahsetmiyorum. Sadece vurgulamak istediğim, Rolex saatin bizlere daha fazla zaman vermeyeceği. 

Peki ben nasıl sadeleşiyorum? Bu sadeleşmenin yararını nasıl görüyorum? Sadece bir yıl içerisinde minimalizmi kucaklamak beni nereye taşıdı? 

Maddi açıdan sadeleşmek hayatımın sonuna kadar devam edeceğime inandığım bir süreç. Kısaca bahsedecek olursam bir yıl içerisinde işlevi kalmamış eşyalarımı istiflemeyi bırakıp çöpe attım. Giysilerimin çoğunu bağışlamakla beraber, birkaçını da ihtiyacım olan eşyalar karşılığında takas ettim. Genellikle ihtiyaçlarım kitaplar oldu, bunun dışında spesifik bir örnek olarak birkaç gömlek karşılığı aldığım (ki bu aynı zamanda doğanın da bir ihtiyacı) metal termosu söyleyebilirim. Doğum günümde arkadaşlarımdan hediyeler almak yerine, hediye veren taraf olmayı tercih ettim. Artık kullanmadığım ama onların hayatlarında anlam bulacağına inandığım hediyeler. Kamera lensi, si majör mızıka. Konu sadeleşmek olduğunda izleyeceğiniz yollar tamamıyla sizlere kalmış. 

Nitekim, maddi açıdan sadeleşmek hiçbir zaman minimalizmde esas odak noktam olmadı. Vaktimi daha aza sahip olmaya odaklanarak değil, ihtiyacım olan daha fazlaya nasıl ulaşabileceğimi çözümlemeye odaklanarak geçiriyorum.  

Bu noktada minimalizmde önemi vurgulanan ve benim de en önemli bulduğum iki kavramda, bir yıl içerisinde belli gelişmeler kat ettim: “tutku” ve “faydalı olmak”.  

Yıllardır tutkum olan müzikle aram hiç iyi değildi. Müziği evimden ötesine taşıma gayretini ve cesaretini hiçbir zaman gösterememiştim. Minimalizm sayesinde bir yıl içerisinde en büyük tutkum olan müziğe odaklandım. Etrafımızdaki insanları değiştiremeyiz fakat etrafımızda kimlerin olacağını seçebilme özgürlüğüne daima sahibiz. Ben de etrafımda olmasını istediğim insanların içinde olduğu soyut bir müzik topluluğu oluşturmaya başladım. Farklı şehir ve farklı ülkelerden müzisyenlerle iletişim ağları sağlayarak tutkum için ilham ve motive kaynağı geliştirdim. En sonunda yıllardır süregelen özgüven problemimden sıyrılıp, müziğimi paylaşmaya karar verdim.  

Tutku konusunda şunu belirtmem gerek ki, ben tutkunun doğuştan içimizde var olan bir şeyden ibaret olduğuna inanmıyorum. Elbette doğuştan gelen bir tutkudan söz edebiliriz. Fakat benim burada değinmek istediğim, tutkunun esasında yetiştirilebilir bir kavram olduğu. Hiçbir fikrinizin olmadığı bir şeye atılabilir, bu şeyi zamanla sevebilir ve bunun sonucunda güçlü bir tutkuya sahip olabilirsiniz. Ben bu doğrultuda müzik ile yetinmeyip, bir süredir ilgim olan, fikrimin de olduğunu sandığım (gerçekten de böyle) satranca yöneldim. Bir yıl içerisinde sosyal/skolastik sınıfa kadar gelebildim ve hatta bir turnuva deneyimim dahi oldu. Sizler, herhangi bir konuda benden daha iyisini yapabilirsiniz ve bu konuda hiçbir şüphem yok. 

“Daha faydalı olmak” konusunda ise yapabileceğim şeyleri pratiğe dökmek pek de kolay olmadı.  

İşe ülkemizde yeteri kadar kaynak olmadığını fark ettiğimde, okuduğum dünyaca ünlü minimalistlerin metinlerini Türkçe’ye çevirerek başladım. Böylece bilgilenirken hem İngilizce’mi taze tutabilir hem de insanlara yararı olacağına inandığım geniş bir minimalizm kaynağı sunabilirdim. Bu konuda çalışmalarım hala devam etmekle beraber birkaç ay içerisinde bu kaynağı paylaşacak olmanın heyecanına sahibim. 

photo-2019-01-20-22-56-37

“İnsanları sevin, eşyaları kullanın. Tersi asla işe yaramaz.” mottosunu her ne kadar sevsem de, sevmemiz gerekenlerin sadece insanlar olmaması gerektiğine inandığımdan, bir inşaat alanında yaralı halde bulunmuş bir yavru köpeğe evimi açtım. Güçlü bir travması olan bu yavrunun tedavisi için, pek de kullanmadığım motosikletimi satma kararı aldım. 

Best Buddies” isimli, zihinsel ve bedensel engelli bireylerle bir dostluk bağına sahip olabileceğimiz gönüllülük projesine dahil oldum. İki eğitim ve bir mülakat sonucunda bir buddy sahibi oldum. Bu doğrultuda tutkularımızla da çevremize faydalı olabileceğimizi bana fark ettirecek teklifi Best Buddies ekibinden aldım. Bu güzel teklifle beraber, yaklaşık bir ay sonra engelli bireylerin içerisinde olduğu bir müzik atölyesinin başında olacağım. 

Geleceğimizin tohumlarını eken şeyin geçmişimiz değil, içinde bulunduğumuz şu anın olduğunu bana fark ettiren minimalizm sayesinde artık; 

Sıkı dostluklarım ve bu dostlarımla beraber geliştirdiğim tutkularım, 

Orkestra şefinden amatör bestecisine, AnnenMayKantereit adlı grubun solisti Henning May’den deneysel müzisyenine, iletişim içerisinde olduğum bir müzik ağım, 

photo-2019-01-20-22-57-33

Harika bir yoldaşım, 

Zeka geriliğine sahip  bir buddyim, kız kardeşim, 

Ve son ama benim için en önemli olan; başarının subjektif bir kavram olduğu konusunda karar kıldığım, daha anlamlı hale getirmeye çalıştığım, daha mutlu ve daha az stresli olduğum bir hayatım var.  

Elbette, tüm bu anlattıklarımla sizlere “Bakın işte, hayatım oldukça iyi gidiyor!” gibi bir mesaj vermeye çalışmıyorum. Aksine, hayatımda rayına oturtmam gereken çok fazla kısım olduğunu düşünüyorum. Ben bir rol model değilim. Minimalizmi deneyimleyen ve bu doğrultuda faydalarını gördüğüne inanan bir bireyim. Hepimiz hayatımızı daha anlamlı kılmak adına seçebileceğimiz yollar konusunda özgürüz. Sadece ben minimalizmin bu konuda bir şansı hak ettiğini düşünüp bu yolu deneyimlemeyi seçtim ve bu doğrultuda sizlere de minimalizme şans vermeyi önerebiliyorum.

 

Erdem Ersoy 

Minimalism: A Documentary About the Important Things (Minimalizm: Önemli Şeylere Dair Bir Belgesel)

maxresdefault-copy.jpg

   Belgesel, eşyalar ile mutluluk ilişkisinin aslında bir illüzyon olduğunu göstermeyi amaçlıyor temelde. 2016’da Amerika’da çekilmiş. Amerikan Rüyası’nın ifade ettiği ya da daha doğrusu vadettiği şeyleri değiştirmeye ve aslında onların ulaşılmak istenen sonuca ulaştırmadığını göstermeye çalışıyor.

  Minimalizm, aslında yakın bir dönemde birçoğumuz sıkça duyduğu bir yaşam tarzı, felsefi bir düşünce akımı ya da kararlar bütünü. Modern dünya ile birlikte sahip olduklarımız, sahip olmak istediklerimiz arttı ve bir noktadan sonra bu istekler de bir kırılma noktası yaşadı. Bu kırılma elbette herkes için aynı değil ancak minimalist yaşam bu kırılmanın önemli örneklerinden biri.

İstemek, eskiden ihtiyaç duymak anlamına geliyordu.(…) Günümüzde ise istemek, tam tersine, tümüyle keyfi ve hatta gelgeç bir arzuyu ifade ediyor. ‘İstiyorum, çünkü istiyorum.’, tavrından ibaret, herhangi bir ihtiyaç, anlam ya da mantık tarafından dizginlenmemiş, pervasız bir arzu.” (Farrelly, 2018:11)

Tiny-House

Artık bir şeylere sahip olma yeterliliğimiz varsa sahip oluyoruz. Ve kendimizi dünyada, toplumda sahip olduklarımızla konumlandırıyoruz. Arkadaşlık ilişkilerimiz, iş hayatımız, öğrencilik hayatımız… Bir anda mı oldu bu peki? Hayır, büyük ölçüde bize “sunulan” şeylerle yavaş yavaş oldu. Reklamlar, sosyal medya… Daha fazlasına sahip olmak ya da daha temelde sahip olmak ile ilgili düşüncelerimiz, bizim her zaman var olan düşüncelerimiz değil. Bu birçok sektörün bizim düşünmemizi istediği düşünceler ile edindiğimiz bir şey. Aslında hem içindeyiz bunun hem de dışında.

Belgesel, Amerika örneği üzerinden konuyu ele aldığı için anlatılanlar konuşulanlar bir ölçüde uzak gelebilir. Ancak biraz düşününce hayatımızda verdiğimiz birçok kararı sorgulayabiliriz. Ve aslında toplum olarak böyle bir tabloya o kadar da uzak olmadığımızın farkına varabiliriz.

Genel olarak bakıldığı zaman minimalizm, oldukça radikal ve zor bir karar gibi gelebilir. Ancak belgesi izlediğinizde bunun böyle olmadığını göreceksiniz. Minimalist bir yaşamı tercih ettiğinizde, “eşya”larınızın ihtiyacınız olmayanlarından kurtulduğunuzda ve hayatınızı böyle bir düzen üzerine inşa ettiğinizde mutsuz olmayacaksınız. Belgeselin göstermek istediği şey bu. Mutluluk algımızın bile bize “öğretilmiş, öyle olduğunda sistemi ilerleten” bir şey olduğunu farkettiğinizde minimalist bir yaşam ile bağ kurmaya başlamış olacaksınız.

Belgeseldeki başroller, Joshua Fields Millburn, Ryan Nicodemus. Kendilerini “minimalist” olarak tanımlıyorlar. Aynı zamanda bu konu üzerine yazdıkları bir kitap var: Everything That Remains. ( Minimalizm: Anlamlı Bir Yaşam, Eksik Parça Yayınları) Minimalizmin kendi hayatlarında nasıl bir rol oynadığını, nasıl bu şekilde düşünmeye başladıklarını ve kendi deneyimlerini anlatıyorlar belgeselde. Birçok insanın minimalist yaşam ile ilgili deneyimlerini aktardığı aynı zamanda farklı alanlarda bulunan insanların ifade ettikleri ile ilerliyor genel akış. Yazarlar, sosyologlar, nöropsikologlar, tekstil uzmanları, gezginler, haberciler… Bu anlamda çok geniş bir bakış açısı ile sunuluyor. Ve en azından benim minimalizmin çok keskin sınırları olduğu düşüncemi daha esnek bir noktaya taşıyor.

 

indir

Malların sembolik anlamlarının önemli olduğu bir dünyada yaşıyoruz. (…) Reklam ve pazarlamanın karar verdiği şekilde statü sistemindeki yerimizi belirlemesine izin veriyoruz.” Juliet Schor’un ifade ettiği şekliyde yaşadığımız toplumda satın aldığımız şeyle kurduğumuz ilişki oldukça sahte bir ilişki. İçimizde yaratılan bir boşluk, bir yoksunluk var ve bu yoksunluktan kurtulmak için bize sunulan yollar var. Bu yolların hiçbiri bizi mutlu etmeyecek, daha çok yoksunluğu sunacak. Eğer amacı olan bir hayat elde etmek istiyorsak küçülmeliyiz. Yani en azından minimalizm bize bunu sunuyor, küçüldüğümüz takdirde yaşadığımız hayatı daha anlamlı bir hale getireceğiz.

Anladığınız gibi, belgesel hayatımızı sorgulamak için önemli soruları sunuyor. O zaman bu yazıyı belgeselin son sözü ile bitireyim,

İnsanları sevin ve eşyaları kullanın. Çünkü tam tersi asla işe yaramaz.

 

Gülsüm ÇOLAK

Kaynakça:

Farrelly, Elizabeth (2018), Mutluluğun Sakıncaları, (Çeviri: Erdem Gökyaran), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları

Minimalism: A Documentery About The Important Things

 

 

Beyaz sirkeyi nasıl bilirsiniz?

BEYAZ SİRKE

Bugün genelde mutfakta kullandığımız temizlik malzemeleri ve yiyeceklerimizin temizliğinde önemli yeri olan, tıkalı lavaboları açmak için, camları silerken, paslı yerleri temizlerken, filtreleri temizlerken, kumaşlardan ve halılardan lekeleri temizlemek  için çeşitli kimyasal ürünlerin yerine kullanabileceğimiz daha ucuz ve tehlikesiz bir şekilde temizliğimizi yapabileceğimiz beyaz sirkeden bahsedeceğim.

Sirkenin hayatımızda yeri oldukça fazladır ve çeşitli alanlarda kullanılır. Sirke insanlıkla beraber günümüze kadar gelmiştir. Tarihsel süreç içerisinde Yunanlılar, Mısırlılar hatta Romalılar gibi zengin mutfaklara sahip bu medeniyetler sirkeyi, yemeklerinde ve ilaç yapımında değerlendirmişlerdir. Sofralarında damaklarında tat olmakla beraber vücudundaki yaralara ise şifa olmuştur. Beyaz sirke, sirke çeşitleri arasında en zahmetsiz olanıdır. Beyaz sirke ya da diğer adıyla sirke ruhunun adı şeffaflığından gelmektedir. Endüstriyel anlamda kolay üretildiği için fiyatları market raflarında da bizler için zahmetsizdir.

Günümüzde İngilizce konuşan ülkelerde White Winegar diye mutfakta ve temizlik malzemeleri olarak kullanılır. Almanca konuşan ülkelerde ise Essigessenz diye biraz daha seyreltilerek hem mutfakta hem de temizlik malzelemerinde kullanılmaktadır. Doğu Asya mutfağında kullanılan pirinç sirkesi ise beyaz sirke olarak kullanılanabilir. Ancak burada kullanılan sirke temizlikte değil de daha çok mutfakta kullanılan bir sirke ama bu sirke biraz seyreltilerek kullanılabilir.

beyaz-sirke-nedir

NEDEN BEYAZ SİRKE KULLANMALIYIZ?

 Dünyaya, insan sağlığına, çevreye, hayvanlara ve gelecek nesillere hiçbir zararı bulunmamaktadır. Marketlerde satılan çoğu ürünün aksine, beyaz sirke atmosfere herhangi bir tehlikeli gaz salınımı yapmayan, olumsuz etkisi olmayan bir üründür.

Beyaz Sirkenin Yemeklerde Kullanımı

Beyaz sirke, bize eskilerden mirastır. Günümüzde, farkındalığın artmasıyla insanlar doğal olan seçeneklere yöneldikleri için, eskilerin bu sağlıklı reçetesi yeniden evlerimize girmeye başlamıştır. Beyaz sirkeye, ilaç dersek hatalı bir söylem olmaz. Çünkü kullanıldığı alanlarda oldukça etkilidir.

Turşu: Beyaz sirke, yemeklerde genelde temizlik ve ön hazırlık yaparken tercih edilir. Ancak daha yüksek asitli olan beyaz sirkeler turşu kurmak için de kullanılmaktadır. Normalde yüzde 4 ya da 5 asetik asit barındıran sirkeler, turşularda kullanıldığında oranı yüzde 10’a kadar varmaktadır. Sirkelerin oluşturduğu asitli ortam, gıdaların bozulmasına neden olan birçok mikroorganizmanın gelişmesini önler.

Salatalar ve Soslar: Beyaz sirke, salataların tadını dengeler. Mezelere ve salatalara hazırlayacağınız sosları beyaz sirkeyle çeşitlendirip, hoş bir tat elde edebilirsiniz.
Etleri Hazırlamak: Et yemeklerini hazırlarken, eti beyaz sirkeli sosta bekleterek terbiye edebilirsiniz. Sos için zeytinyağı, limon, baharatlar ve sirkeyi karıştırabilirsiniz. Bu karışım etin yumuşaması için yeterli olacaktır.

Gıda Temizliği: Taze meyve ve sebzeleri kimyasal ilaçlardan, toz, böcek ve kirden arındırmak için beyaz sirke en ideal seçenektir. Sebzeleri ve meyveleri elde yıkadıktan sonra sirkeli suda yaklaşık 15 – 20 dakika bekletiniz.

Kokulara Çözüm: Bunlara ek olarak beyaz sirkenin koku giderici özelliği de vardır. Ağır kokulu sebzeler ya da etler pişirdikten sonra mutfağınızda kalan rahatsız edici kokular havalandırılmasına rağmen çıkmıyorsa, beyaz sirkeden yararlanın. Yarım bardak beyaz sirke ve bir bardak suyu karıştırdıktan sonra, kaynatın. Buharı, hızlıca kötü kokuları mutfağınızdan arındıracaktır. Bunların dışında, yemek yaparken elinize bulaşan kötü kokuları da (balık, soğan, sarımsak) beyaz sirkeyle arındırabilirsiniz. Elinizi beyaz sirkeyle ovalarsanız, kokular yok olacaktır.

beyaz_sirke_nerelerde_kullanilir_1500202391_816

Beyaz Sirkenin Temizliklerde Kullanımı

 Banyo ve Tuvaletlerde: Çamaşır suyu gibi ağır kimyasallar yerine, klozetler ve lavabolarda beyaz sirke kullanabilirsiniz. Saf sirkeyi direk klozete döküp, bir süre beklettikten sonra durulayınız. Dezenfekte edici özelliği sayesinde, klozetleriniz tertemiz olacaktır. Lavabo temizliğine gelince, kaynatılmış saf beyaz sirkeyi yavaşça yüzeye dökünüz. Bir süre bekledikten sonra lavaboyu durulayınız. Bu işlem, yüzeylerin rengini beyazlatmak için oldukça etkilidir.

Fayans Temizliği: Tıpkı çamaşır suyunu fayans temizliğinde kullandığınız gibi beyaz sirkeyi de, onun yerine değerlendirebilirsiniz. Banyo, tuvalet ve mutfak fayanslarınıza beyaz sirkeyi püskürtüp, arkasından duru suyla temizleyiniz. Çok zor lekeler varsa, beyaz sirke zemine uygulandıktan sonra birkaç saat bekletilebilir. Bu yöntem, fayanslarınızın rengini açacak, tertemiz yapacaktır.

Mutfak Temizliği: Zor lekeler, dibi tutmuş ya da kararmış tencereler, fırın ve tezgâhlarınız, kireçlenen mutfak aletleri ve çaydanlık temizliğinde beyaz sirkeyi uygulayabilirsiniz. Beyaz sirke, sadece temizlemekle kalmaz; üstelik iyileştirir de. Örneğin bir türlü temizlenmeyen yanık tencerenizi karbonat ve beyaz sirke ile yeniden tertemiz yapabilirsiniz. Ayrıca kireçlenen su ısıtıcınızı da beyaz sirkeyle temizleyerek, makinenin çalışma verimi artırabilirsiniz.

Ütü Temizliği: Ütünüz kireç kapladıysa, çözümü beyaz sirkededir. Kireçlenmiş ütünüzün iç haznesine yarım bardak su, yarım bardak beyaz sirke koyunuz. Ardından ütünüzü en yüksek ısı ayarında çalıştırınız. Daha sonra yaklaşık 5 dakika kadar buhar yapınız. Ütünüzü durdurup yarım saat bekleyin. Ardından aynı buharlı işlemi tekrarlayın. Bu şekilde ütüye yerleştirdiğiniz sıvı bitene kadar aynı işleme devam ediniz.

Çamaşır ve Bulaşık Makinesi: Kir kalıntıları, kireçlenme gibi sorunlara karşı evinizde bulaşık ve çamaşır makinenizi beyaz sirke ile etkili bir şekilde temizleyebilirsiniz. Bulaşık makinesinin deterjan gözüne, beyaz sirke koyup makinenizi boşta çalıştırınız. Aynı şekilde, çamaşır makinesinin deterjan koyma yerine sirke ekleyin ve boşta çalıştırın. Daha sonra durulamak için makinenizi yeniden çalıştırmalısınız. Bunların dışında, çamaşırlarınızı yumuşatmak için de beyaz sirkeden faydalanabilirsiniz. Yumuşatıcı gözüne beyaz sirke koyarak, yıkadığınız çamaşırlarınız, yumuşacık olacak.

Oyuncak Temizliği: Bebeğinizin oyuncaklarını ılık ve sabunlu suyun içerisine beyaz sirke ekleyerek, gerçek bir temizliğe ulaşabilirsiniz. Oyuncakları temizlerken zor bölgeler için küçük bir fırça, bez gibi yardımcılarla derinlemesine hijyen sağlayabilirsiniz.

Mücevherler: Küçük bir kutuya doldurduğunuz sirkenin içine altın / gümüş mücevherlerinizi yerleştirin. O şekilde 20 dakika kadar bekleyin. Daha sonra da fırçalayarak, yumuşak bir bezle kurulayın. Her mücevher tipi için sirke önerilmemektedir.

Sürahi ve Vazolar: Bir kabın yarısı su, diğer yarısı sirke ile doldurulur. İçerisine sürahi ya da vazonuzu koyabilirsiniz. Bu şekilde yaklaşık 5 saat bekleyen eşyalarınız pırıl pırıl olacaklar.

Burak Mutlutürk

 

EVDE YETİŞTİREBİLECEĞİMİZ 5 BİTKİ

   Öncelikle hiçbirimiz çiftçi veya ziraat mühendisi değiliz. Sadece ekolojiye gönül vermiş insanlarız. Bu yüzden ben bu yazımda zirai ekimden çok ev ortamında bile ekilip, bakılabilecek bitkilerden bahsedeceğim.

1- Aloe Vera

aloe-vera-nedir-faydalari-1

İlk başlamak istediğim bitki aloe vera. Çünkü başta güzellik sektörü olmak üzere birçok alanda kullanılan bu bitkinin faydaları çok fazla. Örneğin;

– Yağlı ciltlerde yağın dengelenmesine yardımcı olarak sürekli parıldamayan ama sağlıklı bir cilde sahip olmaya ön ayak oluyor.

– İçindeki protein, mineral ve vitaminler sayesinde kollajen üretimini artırıyor, bu da cildin yaşlanmasını geciktiriyor.

– Antibakteriyel özellikler gösterdiğinden böcek ya da sinek ısırıklarında kaşıntıyı yok etme ve ısırılan bölgede bakteri üremesini durdurma gibi olumlu etkiler gösteriyor.

– Aloe vera tüketimi, antioksidan özelliği nedeniyle sinir sistemine iyi geliyor, sinirlilik, uykusuzluk gibi sorunların üstesinden kolayca gelmenize yarıyor.

Bunlar faydalarından sadece birkaçı. Peki bu bitki nasıl ekiliyor, nasıl bakılıyor? Öncelikle toprakla başlayalım. Bitkimiz sağlıklı, güzel bir şekilde büyüsün istiyorsak toprağını humuslu ve geçirgen bir yapıda seçmemiz lazım. Topraktan sonraki çok önemli bir husus da güneş ışığı. Aloe vera bitkisi güneşi çok seven bir bitki olduğu için evinizde en çok güneş alan yere koymanız önemli bir husus. Sulaması ise oldukça kolay. Kış aylarında kaktüs muamelesi yapabilirsiniz. Toprağını çok kuru gördükçe bir miktar sulamak yeterli yani. Yaz aylarında ise kış aylarına kıyasla daha sık ama az sulamanız yeterli. Fakat sularken suyu yapraklara dökmemeye özen gösterin. Toprağa temas eden çilek misali suyla temas edince çürüyebilirler. Toprağını özenle seçip, güneş gören bir yere koyduktan sonra kendi haline bırakabiliriz. Çünkü saksısını da 2-3 yılda bir değiştirmek yeterli.

2. Nane

Nane-Faydalari-Nelerdir-Nane-Nasil-Tüketilmelidir-375x276

İkinci bitkimiz nane. Peki nanenin faydaları nelerdir?

– Nane, hafif acı tadı ve kokusuyla iştah açar, sindirim sistemini rahatlatır, hazmı kolaylaştırır, mide ve bağırsak gazlarını giderir, mide ağrılarına karşı fayda sağlar.

– Kas ağrılarını gidermeye yardım eder.

– Soğuk algınlığı, grip, nezle gibi durumlarda da limon ile birlikte hazırlanan çayı tüketilebilir. Bronşları ve akciğerleri rahatlatarak öksürük için de fayda sağlar.

– Şiddetli baş ağrıları, migren, uykusuzluk, stres, yorgunluk gibi durumlarda da fayda sağlar.

Faydalarından bazılarına baktığımıza göre geçelim ekim ve bakım kısmına. Nane de aleo vera gibi az ilgiye ihtiyaç duyan, istediğiniz zaman da ekebileceğiniz bir bitkidir. Ayrıca arıları, bitleri, pireleri ve birçok böceği de uzak tutar. Nane için tohumdan yetiştirmek mümkün olmasına rağmen her zaman başarılı olmak mümkün olmaz ve birçok kez hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. En kolay yolu hazır yetişmiş taze nane bitkisinin dallarını kullanmaktır. 6-8 cm uzunluğundaki dallar çoğaltma için kullanılabilir. Toprak seçiminde yine geçirgen kumlu bir toprağa ihtiyacımız olacak. İlk zamanlarında da nemli kalması oldukça önemli. Güneş konusunda ise güneşi sever fakat doğrudan güneş ışığına da maruz kalmamalıdır.

3- Adaçayı

ada-cayi-faydalari-kullanimi-7.jpg

Sıradaki bitki adaçayı. Peki adaçayının faydaları nelerdir, onlara bakalım.

-Zararlı toksinlerin vücuttan atılmasını sağlar.

-Beyin fonksiyonlarını geliştirir.

-Bronşit ve astım belirtilerini hafifletir.

-Stresi azaltır.

-Sakinleştirir.

-Hafızayı güçlendirir.

-Alzheimer’a karşı yardımcı olarak kullanılır.

-Kan şekerini düşürür.

-Sinirsel baş ağrısını hafifletir.

 Faydalarını öğrendik. Peki nasıl ekilir, bakılır bu adaçayı? Bunun için en az 9 litrelik bir saksıya ihtiyacımız var. Toprak için %10 torf kalan ise kırmızı toprak olmalı. Su kanallarının olması da önemli olan bir başka konu. Suyunu tahliye edemezse kök çürüklüğü olabilir. Ve adaçayı mutlaka güneş gören bir yerde olmalıdır.

4-Maydanoz

maydanoz-yetistirme.jpg

Mutfakların vazgeçilmezi olan bir bitkiyle devam ediyoruz. Maydanozu köftelerde, poğaçalarda, salatalarda birçok yerde kullanıyoruz. Severek tüketiyoruz. Peki bize yarar sağladığı şeylerin ne kadar farkındayız? Maydanozun faydaları nelerdir? Maydanoz;

-Bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

-Vücuttaki ödemi atıyor.

-Kalp hastalıklarından ve kanserden koruyor.

-Mide bulantısını dindiriyor.

-Göz sağlığını koruyucu etki gösteriyor.

-Ağız kokusunu önleme de yardımcı oluyor.

Geldik nasıl yetiştirilir kısmına. Maydanoz için gerekli olan toprak yarı yarıya torf ve besinli toprak. Ama asıl önemli olan toprağının gevşek olması. Köklerinin kendini rahat salabilmesi için gevşek toprak olması şart. Soğuğu sevmeyen bir bitki olmasından ötürü soğuklar geçtikten sonra ekilmelidir. Mart sonu, nisan başı uygun bir aralıktır. Saksıyı nereye koyacağız, nasıl sulayacağız peki? Saksıyı sabah güneşi alan herhangi bir yere koyabiliriz. Sulamasını da büyüme aşamasındayken haftada 2 kere, çok sıcaklarda ise haftada 3-4 kere sulamak yeterli.

5- Papatya

fotograf0049.jpg

 

 

 

Geldik bahar aylarının gelmesiyle kendi kendine topraktan çıkan, görünce içimizi mutluluk saran bir bitkiye. Şimdi bu güzelim çiçekleri alıp kendi saksılarımıza ekiyoruz. Peki neden? Çünkü;

-Uyku bozukluklarına iyi gelir.

-Romatizmal rahatsızlıklar için kullanılır.

-Deri döküntüsüne yol açan cilt hastalıklarının belirtilerini hafifletir.

-Stresi azaltır.

-Bağırsak sorunlarını giderir.

-Kasları gevşetir, krampları azaltır.

-Sırt ve bel ağrılarını hafifletir.

Neden ekmemiz gerektiğini öğrendiysek gelelim nasıl ekeceğimize. Papatya asıl dışarı çiçeği olduğu için evde balkonlarda bakılmalıdır. Toprağı kurudukça su vermek yeterlidir. Kendi kendine çoğalabilen bir bitki olduğu için papatyaların çoğaltılması da mümkündür.

Aşağıya faydalandığım tüm kaynakları koydum. Bitkilerin faydaları ya da ekimleri ve bakımları için daha ayrıntılı bilgiye ulaşmak isterseniz onlara da bakabilirsiniz.

                                                                                                              Kübranur YAMAN

Kaynakça

https://sagligabiradim.com/evde-yetistirebileceginiz-5-sifali-bitki/

https://yemek.com/aloe-vera-nedir-faydalari/#gref

http://yesilyasa.blogspot.com.tr/2016/04/celikten-nane-yetistirmek.html

https://www.sifalibitkitedavisi.com/nanenin-faydalari-nelerdir.html

http://www.iyibitki.com/saksida-maydonoz-nasil-yetistirilir/

http://www.milliyet.com.tr/yesil-mucize-maydanozun-10-onemli-faydasi-eskisehir-yerelhaber-1228009/

http://www.e-fidancim.com/Adacayi-Fidesi-Nasil-Dikilir-Saksida-Adacayi-Yetistiriciligi-Nasil-Yapilmalidir,DP-1248.html

Adaçayının Faydaları

Saksında Papatya Nasıl Yetiştirilir?

Papatya çayının faydaları nelerdir? Papatyanın iyi geldiği hastalıklar

 

Online Alışverişin Karbon Ayak İzi

online-alışveriş-mi-kisisel-verilerin-gizliligi-mi-e1482771491812 İnternet çağında yaşıyoruz, her şeyi artık internet üzerinden evimizin konforunda yapıyoruz teknoloji sağ olsun değil mi? Artık kırtasiye kitaptan tutun da giysiye kadar her türlü ürünü ekranlarımızdan seçiyoruz, siparişimizi veriyoruz ve kargo bekliyoruz. Kabul edelim, yük taşımamak ve mağaza gezip yorulmamak büyük avantaj, hele ki yaşadığımız şu hızlı çağda…

Bir diğer boyutu da online alışverişin artık yiyecek ve içecek alışverişini bile mümkün kılıyor olması. Bırakın paketli ürünleri günlük üretim yemeklerin -fast food ya da bir restauranttan verdiğimiz siparişten bahsetmiyorum sadece, artık günlük taze süt ya da tropik bir meyvenin –de internetten siparişi mümkün. Bazı uygulamalar ve internet siteleri belirli uzaklıktaki noktalara bozulmadan, kısa sürede bu yiyecekleri teslim etmeleri ve size tazeliği getirmeleri ile biliniyorlar. Peki hiç düşündünüz mü bu ürünün onlardan çıkıp size gelene kadar yaşadığı serüveni ve mal olduğu karbon ayak izini? Kullanılan araçların malum yiyeceği taze tutmak için özel havalandırma sistemi var, siparişi zamanında teslim etmek için bazen sadece bir kişinin istediği ürünler (hadi diyelim x lira üzeri limit ile sipariş geliyor, yine de aracı doldurmayacak kadar az ürün bunlar genelde –motorlu kuryelerden ziyade arabalardan bahsediyorum) yola çıkıyor ve bazen de zamana karşı yarışılıyor. Aracın kendi karbon salınımının yanında bir de bu havalandırma sisteminin bonusu da var tabii… Bu ürünlerin üretiminden/hazırlanmasından size ulaşana kadar ne kadar taze kaldığını tartışmayacağım bile, malum yelpazemiz geniş ve biraz konu dışı; tek söylemek istediğim bu tazelik bizim ve dünyamız için biraz pahalı bir ücret ile geliyor…

Sağladığı kolaylıklar bir yana, biraz da tembelleştiriyor bizi ayağımıza sipariş muhabbeti bence; yakınımızdaki pazar, manav ya da marketten alışveriş yapmak, istediğimiz yiyeceği seçerek yiyeceğimiz kadar almak ve biraz da yürüyüş yapmış olmak aslında hem sağlığımız hem bütçemiz hem de karbon alışverişimiz için en karlısı. Bizler artık büyük şehirlerde iş/okul yoğunluğunu, yaşadığımız yorgunluğu ve zaman bulamamayı bahane ediyoruz bence, eve dönüş yolunda alışveriş yapmak bile küçük ama etkili bir seçenek aslında. Ya da tek tek ve dolayısıyla sık sık alışveriş yapmaktansa liste oluşturarak ihtiyaçlarımızı belirli periyotlarda almak da yine hayatımızı kolaylaştıracak bir diğer seçenek; böylece daha az sayıda git gel yapacağız markete/pazara, sipariş veriyorsak da daha az karbon salınımına yol açmış olacağız en azından… Bir de geceleyin ‘ah bak x almayı unutmuşuz hemen 7/24 uygulamadan sipariş verelim gelsin’ cümlelerine gerek kalmayacak düzenli listelerimiz sağ olsun.

online-alisveris-cw-13-17-800x500_c

Gözümüzden kaçan çok fazla nokta var ve sadece bir ikisine değinmek istedim ben bugün sizlere, bakış açınızı biraz başka yöne kaydırmak tabiri caizse… Karbon ayak izimizin küçüleceği günlere

Busena Kilimci

 

Söyleşi: Serdar Kılıç/ Bir Katılımcının Gözünden..

Cümlelerime başlamadan önce Serdar Kılıç programını hazırlayan, emek harcayan İÜ Ekoloji Kulübü’ne çok teşekkür ederim, çok güzel ve anlamlı bir programdı.

Bu programda kendimi hep köyde, dağda, bayırda gezerken hayal ettim. Çünkü binalar, insan kalabalığı, hele de etrafında yeşile, maviye dair bir şey görememek özletiyor köyü, dağı, ormanları.

Günümüz teknoloji çağında bazı şeyleri yabana atmak durumundayız. Giydiğimiz, yediğimiz, içtiğimiz her şey gerçeğin bir yansıması ve maalesef sağlıksız. Büyük bir tehlike altındayız ama çoğumuz bunun farkında değil. İşte Ekoloji Kulübü’nün hazırladığı Serdar Kılıç programında beynimde canlanan bunlar oldu ve hala bu adaletsiz yaşama rağmen bir şeyler yapabileceğimizi fark ettim. Bu güzel kulübün başlatmış olduğu karton bardak kullanmak yerine termos kullanmanın doğaya verilen zararı bir nebze olsun azaltması gibi. Herkes kendince bir şeyler yapabilir, bu o kadar da zor olmasa gerek .

Program çok eğlenceli ve ufuk açıcıydı, emeği geçen herkese teşekkür ederim. Sözlerimi Serdar Kılıç’ın kitabıma yazdığı cümle ile bitiriyorum; herkesin bir gün dağlara gidebilmesi dileği ile…

2018-02-03-PHOTO-00000107.jpg

Nurten Gümeçoğlu

İklimden Etkilenen Yaşamlar

Explorer: İklim Değişikliğinin 5 Aşaması

Merhaba çevre severler! İklim değişikliğini inceleyen bu modern zaman dizivari belgeseli (Explorer: İklim Değişikliğinin 5 Aşaması) inceleyip üzerine konuştuğumuz etkinliğimiz dönemin aynı zamanda ilk etkinliğiydi ve etkinlik yazısını yazmaya ben gönüllü olmuştum, o yüzden öncelikle bu yazının bu kadar geç yayınlanmasından dolayı herkesten bir küçük özür dileyerek sözlerime başlamak istiyorum.

thumbnail_GraphicDesign (1)

 

Belgeseli için dizivari demek istedim çünkü National Geographic’in son dönem belgeselleri artık, kanalında yayınlananlar özellikle, dizi/film tadında programlar gibi oldular; gerek ünlü konuklar gerekse programların çekilişi… Bu belgeselde de sunucumuz Bill Nye bir terapist rolünde ve hastası Arnold Schwarzenegger’i rahatsız eden “iklim değişikliği depresyonu”nu birlikte inceliyorlar; depresyonun 5 adımını ve iklim değişikliğinin süreçleri, bu değişime karşı yapılabilecekleri uzmanlarla görüşüp bize sunuyorlar. 5 adım demiştik; Elisabeth Kübler-Ross’un üzüntünün adımları olarak tanımladığı inkar, kızgınlık, pazarlık, depresyon ve kabullenme. Şahsen bir psikoloji öğrencisi olarak bu adımları bir belgeselde izlemek ne yalan söyleyeyim hoşuma gitmişti o anda, “aa, ben bunu biliyorum canım :D” demiştim içimden. Aşamaları başlık başlık her görüşmede incelemeleri de ayrı bir güzel yanıydı benim için bu belgeselin. İyi ki bu belgeseli seçmişiz dedim, sonuna kadar izleyeceğiz diye türlü türlü aksaklık yaşadık ama değdi her birine… İlk etkinliğin talihsizliği olsa gerek önce projeksiyonda sonra da prizlerle ilgili dolayısıyla hoparlör ve şarj ile ilgili sorunlar yaşasak da belgeseli izleyebildik sonuna kadar, 45’ belgesel oldu size 70’ ama olsun :’D Etkinlikte bizimle birlikte olan arkadaşlara da buradan bir kez daha sabırları için teşekkür etmiş olayım.

belgesel

Belgeselin sonunda her zamanki gibi konu hakkında tartışıp fikir paylaştığımız kısım aslında benim favori anım, herkesin kendi bakış açısını ve önerilerini paylaştığı zaman dilimi etkinliğin. Asıl amaç da zaten bu ya; fikirlerimizi paylaşıp farkındalık kazanmak, kazandırmak. Susan da konuşan da bir şeyler kazanıp çıkıyor bu tartışmalardan, kimse o sınıfa girdiği kişi olarak çıkmıyor. Bence işte tam da bu yüzden yaptığımız etkinlikler bir fark yaratıyor, iyi ki yapmışız dedirtiyor.

Daha nice etkinliklerde sizlerle daha da tartışmak üzere!

Busena Kilimci

131484

Bizi buralardan da takip edebilirsiniz:

İnstagram: iuekolojikulubu

Twitter: iuekolojikulubu

Facebook: Ekoloji Kulübü İÜ

Tüketim, Sıfır Çöp ve Karton Bardak

ekolojik-sorunlara-bireysel-cozumler-.jpg  Sizce karton bardaklar okul hayatının olmazsa olmazı mı_.png

Tüketim, ekolojinin içerisinde çok önemli bir konudur ve birçok soruna  kaynaklık eder. Gündelik yaşam içerisinde satın aldığımız, kullandığımız birçok alışkanlığımız hayatımıza yerleşen ve çoğu zaman sorgulamadığımız eylemlerden oluşur. Tükettiğimiz şeyleri nereden geldiklerini, nasıl geldiklerini ve nereye gideceklerini düşünmeden tüketiriz.

Ekoloji Kulübü olarak bu bilinçsiz tüketim olgusunu karton bardak özelinde inceleyen bir kampanya hazırladık. Ve bahsettiğim gibi bu kampanyanın genelinde “sıfır çöp” felsefesi yatıyor.

Hemen her gün okul kantininden ya da başka bir yerden çay-kahve alıyoruz ve bunları karton bardakla tüketiyoruz. Ortalama on dakika gibi bir sürede çöp olan karton bardaklar gerçekten de olmazsa olmaz mı?

Türkiye’de her yıl ortalama 2 milyar adet kağıt bardak tüketiliyor. Bu kağıt bardakların dışı kağıt içi ise polietilen denilen plastik bir malzemeden üretiliyor. Bu da geri dönüşümünün sadece çok özel şartlarda yapılması demek. Ama zaten bu tüketilen karton bardakların çoğu geri dönüşüm kutularına atılmıyor ve dolayısıyla ayrıştırılmadan çöp oluyor. Üretiminde kullanılan polietilenin petrolden yapıldığını da düşünürsek karbon ayak izimiz pek de olması gerektiği gibi görünmüyor.

Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Levent Kurnaz’ın ifade ettiğine göre, 1  ton kağıt üretmek için 10-17 ağaç kesilmesi gerektiğini göz önüne alınırsa kağıt bardak için senede 500 bin ağacı çok değil 3 sene sonra ise Belgrad Ormanı kadar ağacı yok ediyoruz.

Bütün bu tabloya baktığımız zaman karton bardakların hayatımızdaki yerini sorgulamamız gerek. Haftada yalnızca 5 tane daha az karton bardak tükettiğimizde bile karbondioksit salınımımızı yarım kilo kadar kadar azaltmış oluyoruz. Ama tabii ki asıl hedefimiz hiç kullanmamak.

Peki karton bardak için alternatifler neler? Termoslar, kupalar… Tek kullanımlık olmayan her şey. Alternatifi varken neden yaşadığımız Dünya’ya zarar vereni seçelim ki?

Ve aslında geldiğimiz şu noktada bunun bir seçim değil sorumluluk olduğu da bir gerçektir 🙂

Bunların yanında;

Yukarıda da bahsettiğim gibi karton bardak, kullan-at tüketiminin bir parçası. Bizim kampanyamız için seçtiğimiz bir adım. Kullandığımız poşetler, pet şişeler, kağıt mendiller, plastik ambalajlı her şey, plastik pipetler ve daha bir sürü şey. Karton bardak kullanmamak hepimiz için bir başlangıç olsun. Tükettiğimiz şeyleri sorguladığımız günler dileğiyle 🙂 🌸

Gülsüm Çolak

2018-01-18-PHOTO-00000663.jpg

KAYNAKLARIN TÜKETİMİ VE OLUMSUZ SONUÇLARINA YÖNELİK BİR ATÖLYE

Merhaba arkadaşlar,

Bu yazı, Ekoloji Kulübü’nün düzenlemiş olduğu eğlenceli ve bir o kadar da keyifli olan atölye hakkında olacak. Atölyeye doğaçlama bir şekilde katılmış olan ben, eğer bu kadar keyif alarak çıkacağımı bilseydim koşarak gelirdim diyorum.

Atölye hakkında bilgi vermeye başlamadan aklınızda tutmanız gerek son bir not: bu atölyedeki kişi ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür. Anlatacaklarım ise tamamen öznel deneyimlerimden oluşmaktadır.

Öhöm öhööm…

Öncelikle atölyede Furkan, herkese “Yeşilvadi” adını verdikleri hikayeleştirilmiş bir metin okudu. “Yeşilvadi” Yeşilistanya ülkesinin kuzeyinde yer alan masal gibi bir şehir. Yüksek bir vadi yamacında kurulan yemyeşil bir yer ve dünyanın en önemli biyoçeşitlilik alanlarından da bir tanesi. Dünyanın en büyük doğal ve yaşlı orman ekosistemi bu vadide yer alıyor. Anlayacağınız el değmemiş bir cennet bizim bu vadi. Daha sonra MTA tarafından yapılan bir araştırma vadide zengin kömür rezervlerinin mevcut olduğunu söylüyor. Gelin görün ki işler bu noktadan sonra karışıyor ve bizim için hiç de şaşırtıcı bir durum olmayan bir durum ortaya çıkıyor. Tabiki birileri bu vadide termik santral projeleri yapmak istiyor. Fakat unutulan nokta ise vadinin yenilenebilir enerji yatırımlarına oldukça elverişli olması.

Bu anlatıdan sonraysa Gülsüm herkese bazı görev kartları verdi ve herkesten görev kartlarına uygun bir şekilde davranmasını istedi. Burada amaç tiyatral bir ortam yaratmaktı ve bizlerin sınırlarını ne kadar zorlayacağını görmekti. Ve emin olun herkes sınırlarını öyle bir zorladı ki…

Görev kartlarını alırken hangi görevi üstleneceğimizi bilmeden aldık. Görev kartlarımız ise şu şekildeydi: Belediye Başkanı, Yemyeşilvadi Derneği Başkanı, Yema Vakfı İl Temsilcisi, Yeşilvadi Tabip Odası Başkanı, Yerel gazeteci, İbrahimpaşa Mahallesi Muhtarı, Tosunpaşa Mahallesi Muhtarı Tellioğulları Madencilik A.Ş. Temsilcisi, Seferoğulları Enerji A.Ş. Temsilcisi ve Vali. (Görüldüğü üzere tüm kurumlarımız hayal ürünü efendim)

Bana çıkan görev ise Vali göreviydi. Yapmam gereken görevlerden biri görev verilen diğer kişileri dinlemek ve bir karara varmaktı. Çünkü oluşan ortamda birileri termik santral yapılsın derken birileri ise buna karşı çıkıyordu ve argümanlarını sunan herkes kendi açısından oldukça haklıydı. İçimden “Off rol dahi olsa vali olmak zor valla” demedim değil…

Termik santral yapılsıncıların öne sürdükleri şey istihdamdı. Vadide geçim kaynaklarının sıkıntılı olmasından dolayı burada yaşayan gençler büyük şehirlere göç ediyorlardı. Gençler göç etmesin diye 1000 kişiye termik santralde istihdam sağlanacaktı. Bu yatırım ile bir yandan da ülkenin enerji ithal etmek için ödeyeceği bedel azalacaktı. Ayrıca termik santral yapılsıncıların mücadelelerinin doğa ile değil halk ile olduğuna yönelik bir söylemleri söz konusuydu. Çünkü karşılarında termik santral yapılmasıncılar vardı. Onlar ise istihdam söylemini bir illüzyon olduğunu uzun vadede işsizliğin artacağını düşünüyorlardı. Termik santralden geriye ise işsizlik dışında su, hava ve toprak kirliliği kalacaktı ve bu da geri dönüşü olmayan bir olaydı. İstekleri ise yenilenebilir enerji kaynaklarına ve ekoturizme yönelmekti.

Burada böyle kısacık anlattığıma bakmayın bunlar buz dağının görünen yüzü. Buz dağının görünmeyen yüzünde ne çirkefliler çıktı ortaya. Kapalı kapılar ardında rüşvet teklif edenler mi dersiniz çoluğu çocuğu termik santralde çalışacak diye termik santrale evet diyenler mi, birbirine çamur atanlar mı… Açıkçası herkesin aldığı göreve göre sınırlarını zorladığı bir atölye oldu diyebilirim. Üstelik fazlasıyla da eğlenceliydi. Gelmeyenler ve gelemeyenler çok şey kaçırdı desem yeridir. Yani bu yazıyı kulübün kadrosunda olmayan biri yazmayı kabul ettiğine göre artık gerisini siz düşünün.

Gelgelelim atölyenin son noktası olan Vali’nin kararını açıklama faslına… Benden beklenen hükümetin enerji politikası nedeniyle termik santral yapımını desteklememdi. Bense verilen görev çizelgeme uymayarak termik santral yapımını kabul etmedim. Ne yani arkadaşlar Ekoloji Kulübü etkinliğinde termik santral yapımını kabul mü etseydim? Şaka bir yana sadece beni destekleyen, beni seçen halkın kararlarına saygı duydum hepsi bu.

Kübra Karşı